Yeni İş sağlığı ve Güvenliği Kanunu Türkiye gündeminde şok etkisi yarattı.
Doç. Dr. Erdem ÖZDEMİR
6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu sadece İK’cıların değil, bütün Türkiye’nin gündemine oturdu.
İş kazalarını önleme kültürünün gelişmemiş olduğu bu topraklarda AB standartlarının devreye girmesi şok etkisi yarattı diyebiliriz. Uyduruk iskele ve tahtalar üzerinde inşaat, mantolama gibi faaliyetleri cambazlık yaparak yerine getiren kimseleri görmeye alıştığımız bir ortamdan AB düzeyine erişmek elbette kolay olmayacak. Kanunlar kolayca değişebilir ama kültürün değişmesi bu kadar kolay değil. Kanun, bu anlamda bir milat niteliğinde… Artık yeni bir döneme giriyoruz ve ülke olarak alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerekecek.
Türkiye, iş kazasının en fazla olduğu ülkeler arasında Avrupa’da maalesef lider konumda; dünya ölçeğinde de Hindistan ve Kore’den sonra üçüncü sırada yer alıyor (Uluslararası Çalışma Örgütü verilerine göre).
SGK istatistiklerine göre, 2011’de 69 bin 227 iş kazası yaşandı, 697 meslek hastalığı tespit edildi. Yine Türkiye’de günde ortalama 4 işçi bu nedenle yaşamını yitiriyor.
Kanun’la ilgili olumlu ya da olumsuz çok şey söylemek mümkün. Öncelikle iki noktayla dikkat çekiyor: Yükselen cezalar ve İdareye tanınan yetkiler. Hemen her eylem çok ağır cezalarla yaptırımlandırılmış. Kanun’un para cezalarına ilişkin hükümlerini ise amacı aşar nitelikte bulduğumuzu belirtmeliyiz.
YETKİLER BAKANLIK’TA
İkinci olarak ise, Çalışma Bakanlığı’nın giderek artan ağırlığı dikkat çekiyor. Örneğin, işin durdurulması yetkisini kullanacak kişiler 4857 sayılı Kanun’dan farklı olarak artık sadece Bakanlık yetkilileri olacak; bu konuda işçi ve işverenlerin katılımı kaldırılmış. Benzer şekilde Tabip Odaları ve Bakanlık arasındaki yetki mücadelesinin Bakanlık’ın kesin üstünlüğü ile sonuçlandığını söyleyebiliriz. İşyeri hekimlerinin ve uzmanların sertifikaları artık tamamen Bakanlık yetkisinde…
Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi’ne bakalım. Bu kurumun da sadece istişari bir niteliğe sahip olduğunu söyleyebiliyoruz. Bütün bu hususlar bizce olumsuz bir kompozisyon anlamına geliyor. Gerçekten “demokratik” bir ülkede işçi, işveren ve devletin tam bir işbirliği içinde İSG sorunlarını çözmesinin esas olması gerektiğini düşünüyoruz. Ancak İSG nasıl bir kültür ise, demokrasi de bir kültür. Yasaları ya da Anayasa’yı değiştirerek olmuyor; bunun toplumun ruhuna işlemesi gerekiyor.
KAPSAM ÇOK GENİŞLEDİ
6331 sayılı Kanun kamu ve özel sektöre ait bütün iş ve işyerlerinde, bu işyerlerinin işverenleri ile işveren vekillerine, çırak ve stajyerler de dâhil olmak üzere bütün çalışanlarına faaliyet konularına bakılmaksızın uygulanacak. Dikkat edilirse çok geniş bir kapsam sözkonusu.
Kanun’un getirdiği en önemli yenilik, işletmenin büyüklüğüne bakılmaksızın hekim ve iş güvenliği uzmanı çalıştırma yükümlülüğü: Artık 50’den az işçi çalıştıran işyerleri de iş güvenliği uzmanı çalıştıracak. 50 ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde 01.01.2013 tarihten sonra işin sanayiden olup olmadığına bakılmaksızın uzman çalıştırmak gerekecek. 50’den az işçi çalıştıran işyerleri ise, tehlike sınıfına göre, (1 yıl) 01.07.2013 veya (2 yıl) 01.07.2014 sonra uzman ve hekim istihdam etmek durumunda olacak.
OSGB Mİ ŞİRKET İÇİ İSTİHDAM MI?
İSG uzmanı veya işyeri hekimi çalıştırma zorunluluğu doğrudan işverenlik bünyesinde istihdam etmek suretiyle yerine getirilebileceği gibi OSGB’lerden (Ortak Sağlık Güvenlik Birimi) satın almak yoluna da başvurulabilecek.
Bu noktada işverenlerin sadece maliyete değil, kaliteye de önem vermeleri, bu işi layıkıyla yapan kişileri tercih etmeleri büyük önem taşıyor. Her geçen gün piyasaya yeni firmalar çıkıyor ve bunların arasında rekabette belirleyici olanın sadece maliyet olması hizmet kalitesinin ikinci plana itilmesi riskini de beraberinde getirebilir.
OSGB mi “in-house” uzman/hekim mi? sorusuna kesin bir yanıt vermek kolay değil. Her ikisinin de artı ve eksileri var. Küçük işyerleri kaçınılmaz olarak OSGB’lerden hizmet alacak. OSGB’ler gerçek anlamda İSG yönetim sistemi kuracak biçimde örgütlenebilirse, örneğin uzmandan hekime, beslenme uzmanından istatistikçiye kadar geniş bir ekip ile hizmet verirse, içeride çalışan uzman/hekimden daha etkili olabilir. Ancak sırf düşük maliyet amaçlı OSGB tercihi sözkonusu olursa, tam tersini söylememiz mümkün.
UZMANIN BAĞIMSIZLIK SORUNU
Uzmanlar ve hekimler için hizmet sunumunda önemli bir diğer konu, mesleki bağımsızlık. Kanun’da her ne kadar “İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının hak ve yetkileri, görevlerini yerine getirmeleri nedeniyle kısıtlanamaz, bu kişiler, görevlerini mesleğin gerektirdiği etik ilkeler ve mesleki bağımsızlık içerisinde yürütür” dense de uygulamanın bu şekilde olmadığını biliyoruz. Sonuçta işverene maddi açıdan bağımlı birinin bağımsızlığından söz etmek kolay değil.
Kanun’da yer alan “…İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanları; görevlendirildikleri işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili alınması gereken tedbirleri işverene yazılı olarak bildirir; bildirilen hususlardan hayati tehlike arz edenlerin işveren tarafından yerine getirilmemesi hâlinde, bu hususu Bakanlığın yetkili birimine bildirir” şeklindeki ifade de pek gerçekçi gözükmüyor.
OSGB’ler bakımından da benzer şeyleri tekrarlamak mümkün. İşverenle uzman veya hekim arasında bir iş sözleşmesi olmasa da tam anlamıyla bağımsızlık durumu söz konusu değil.
İŞVERENİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ
Kanun’a göre, işverenler mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapmak durumunda olacak.
İşverenin yükümlülüğü bununla da sınırlı değil. İşverenler, işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izlemek, denetlemek ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlamakla da yükümlü olacak.
Kanun, “işveren risk değerlendirmesi yapar veya yaptırır” diyerek bu kurumu da yasal bir zemine oturtuyor. Yine Kanun’a göre işveren, iş kazalarını kazadan sonraki üç iş günü içinde Sosyal Güvenlik Kurumu’na bildirmekle yükümlü.
İşverenlerin, hizmeti uzman kuruluşlara (OSGB) devrederek sorumluluktan kurtulmasının sözkonusu olmayacağını altını çizmeliyiz. Kanun’a göre “İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz”. Bu düzenlemenin isabetli olduğuna kuşku yok.
SAĞLIK RAPORUNU İŞYERİ HEKİMİ DÜZENLEYECEK
İşe giriş muayeneleri ve sağlık raporları konusunda artık sadece işyeri hekimleri görevli olacak. Kanun’un en isabetli hükümlerinden biri de bu. Artık işyeri hekimi, işyerinin özelliklerine göre gereken raporları düzenleyecek. Bu arada geçtiğimiz haftalarda Bakanlık henüz hekim istihdam etmek zorunda olmayan işyerleri için bir açıklama yaptı: “…Kanun’un ilgili maddeleri yürürlüğe girene kadar, iş sağlığı ve güvenliği yönünden özellikli rapor niteliğinde olan işe giriş ve aralıklı sağlık muayeneleri Kanun öncesinde olduğu gibi kamu sağlık hizmeti sunucuları tarafından düzenlenebilir” dedi.
Kanun’a göre, 50 ve daha fazla çalışanın bulunduğu ve 6 aydan fazla süren sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde işverenin, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili çalışmalarda bulunmak üzere İSG kurulu oluşturması gerekiyor. İşveren, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına uygun kurul kararlarını uygulamakla yükümlü. Dikkat edilecek olursa, kurul kararları işveren bakımından istişari değil, bağlayıcı. 4857 sayılı İş Kanunu’nun bu yöndeki düzenlemesi isabetli olarak geçerliliğini sürdürüyor.
ALT İŞVEREN (TAŞERON) ÇALIŞTIRAN İŞVERENLER DİKKAT
Kanun’da alt işverenlik ve geçici işçilerle ilgili olarak eğitim ve bilgilendirme yükümlülüğü ile organizasyon bakımından önemli hükümler var. Buna göre, başka işyerlerinden çalışmak üzere işverenin işyerine gelen çalışanların işverenlerine bilgilendirme yapılması gerekmekte.
Yine, tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde; yapılacak işlerde karşılaşılacak sağlık ve güvenlik riskleri ile ilgili yeterli bilgi ve talimatları içeren eğitimin alındığına dair belge olmaksızın, başka işyerlerinden çalışmak üzere gelen çalışanların işe başlatılması yasaklanmış. Ayrıca, geçici iş ilişkisi kurulan işverenin, iş sağlığı ve güvenliği risklerine karşı çalışana gerekli eğitimin verilmesini sağlayacağı da Kanun’da belirtiliyor.
Organizasyon bakımından ise, İSG kurullarının oluşum ve işleyişleri ile alt işverenlik arasında bağlantı kurulduğunu görüyoruz. Kanun’da altı aydan fazla süren asıl işveren-alt işveren ilişkisinin bulunduğu hallerde de kurulların oluşum ve organizasyonuna ilişkin düzenlemelere yer verilmiş. Buna göre, asıl işveren ve alt işveren tarafından ayrı ayrı kurul oluşturulmuş ise, faaliyetlerin yürütülmesi ve kararların uygulanması konusunda işbirliği ve koordinasyon asıl işverence sağlanacak.
Asıl işveren tarafından kurul oluşturulmuş ise, kurul oluşturması gerekmeyen alt işveren, koordinasyonu sağlamak üzere vekâleten yetkili bir temsilci atayacak. İşyerinde kurul oluşturması gerekmeyen asıl işveren, alt işverenin oluşturduğu kurula işbirliği ve koordinasyonu sağlamak üzere vekâleten yetkili bir temsilci atayacak.
Kurul oluşturması gerekmeyen asıl işveren ve alt işverenin toplam çalışan sayısı 50’den fazla ise, koordinasyonu asıl işverence yapılmak kaydıyla, asıl işveren ve alt işveren tarafından birlikte bir kurul oluşturulacak.
Aynı çalışma alanında birden fazla işverenin bulunması ve bu işverenlerce birden fazla kurulun oluşturulması hâlinde işverenler, birbirlerinin çalışmalarını etkileyebilecek kurul kararları hakkında diğer işverenleri bilgilendirmekle yükümlü olacak.
İŞYERİ UZMAN VE HEKİMLERİ YETERLİ DONANIMDA MI?
Kanun’un kapsamına artık 50’den az işçi çalıştıran işyerleri de gireceğinden ve yine sanayiden sayılma koşulu da sözkonusu olmayacağından bu formasyonu almış çok sayıda kişiye ihtiyaç duyulacak. Bunlara ilişkin eğitimlerin çeşitli kurumlarda sürdürüldüğünü görüyoruz. Uzman ve hekimlere verilen eğitimin yeterliliği ise tartışma konusu: Sistem yaklaşık 180 saat teorik ve 40 saat pratik eğitim ile sonrasında merkezi sınav sistemi üzerine kurulu. Eğitim kuşkusuz yararlı ancak yeterli değil. Bu arkadaşlarımızın tecrübe kazanmaları, mesleklerini gereği gibi yerine getirmeleri bakımından çok önemli.
İK’CILARIN DİKKAT ETMESİ GEREKENLER
Öncelikle, işe alınan işçinin o işe uygunluğu son derece önemli. Örneğin mesleki eğitim aldığına ilişkin belge olmaksızın işçi çalıştırmanın cezası işçi başına 1.000 TL. Üstelik cezalar yeniden değerleme oranına göre (2003 yılı için yüzde 7. arttırılmış durumda. İşveren gereken belgeye sahip işçinin alınmamasından İK departmanını sorumlu tutabilir. Yine İSG Kurullarının işleyişi ve Kanun’un uygulanması bakımından İK departmanlarına kritik görevler düşecek. İK uygulayıcılarının doğrudan mesleki sorumlulukları bakımından Kanun’u bilmelerinin gerekliliği tartışılmaz görünüyor.
Sonuç olarak, 6331 sayılı Kanun’un iş kazalarının önlenmesinde olumlu bir katkı sağlayacağını düşünüyoruz. Ancak Kanun’a göre çalıştırılması gereken uzman ve hekim konusunda yetişmiş ve sertifika sahibi eleman açığı büyük boyutlarda.
Kanun’un para cezalarına ilişkin hükümlerini ise, amacı aşar nitelikte bulduğumuzu belirtmeliyiz. Hemen her eylem çok ağır cezalarla yaptırımlandırılmış. Biz, İSG sorunlarının ağır cezalar yerine gönüllü katılım, teşvik ve destek ile işçi-işveren işbirliğiyle çözümlenmesinin daha doğru olacağına inanıyoruz.
Kanun tamamen AB modeli esas alınarak getirildiğinden, işyerinin kendi kurallarını, çizilen genel çerçeveye göre belirlemesi sözkonusu olacak. Bunun ise gerçek anlamda katılımcı bir sistemle gerçekleştirilmesi mümkün. İşverenin karşısına çıkacak işçi temsilcilerinin özgürlüğü, kendini ifade gücü bu noktada hayati önem taşıyor. Uzman ve hekimlerin söylediklerini işverene dinletebilmeleri çok önemli. Kanun’un uygulanmasında en büyük zorluk bu kültürü benimsememiz olacak